Doğu Karadeniz Gezi Planı
9 günlük kurban bayramı tatilinde, Doğu Karadeniz turu yapmaya karar verdik. Daha önce sadece İstanbul’dan Sinop’a kadar olan Batı Karadeniz bölgesini gezmiş ve Sinop’tan Artvin’e hatta Batum’a kadar olan kısmı sonradan tamamlanmak üzere rafa kaldırmıştık. Bu tatilde o rafın artık boşaltılma zamanı geldiğine karar verip başladık internetten araştırmaya. Doğu Karadeniz rotası, Doğu Karadeniz’de nerelere gidilir, Doğu Karadeniz’de ne yenir, Doğu Karadeniz’de ne yapılır, Doğu Karadeniz’de nerede konaklanır vs. konularında yazılan blogları, tur şirketlerinin düzenledikleri programları hatta kültür bakanlığı sitesini kısacası bu anahtar kelimeler ile gelebilecek tüm google arama motoru sonuçlarını inceleyerek derlediğimiz bilgilerle kendimize güzel, efektif ve uygun bütçeli bir seyahat planı hazırladık.
1. GÜN: İstanbul- Samsun
Planımızda araba yolculuğu yaparak bayram döneminde artan uçak bileti fiyatlarından ekonomi yapmak vardı. Dolayısıyla da, sabah daha horoz günaydın ötüşüne başlamadan yola çıkıp, İstanbul’ dan başlayacağımız yolculuğumuz oldukça uzun olduğu için ilk gece Samsun’da mola vermeyi planladık. Sadece İstanbul- Samsun arasının yaklaşık 9 saatlik bir yolculuk olduğunu ve artık havanın 18:30 civarı karardığını düşünürsek biz zaten Samsuna’a vardığımızda hava zifir karanlıktı ve Samsun’da konaklama yapmak en mantıklı seçenekti. Samsun’daki otelimize yerleştikten sonra, kısa bir şehir turu yaparak, denizin doldurulması ile oluşan Batıpark ve Doğupark’ı gezip , Samsun’un meşhur pidesini yedik.
2. GÜN: Samsun- Akçaabat
Sabah erken saatte tekrar yola çıkarak, sahil şeridi boyunca sırasıyla Terme (Thermiskyra) yoluyla Ünye (Onea), Fatsa (Phadassia), Ordu (Cotyora), Giresun (Kerasus), Tirebolu ve Vakfıkebir’den geçerek Akçaabat’a ulaştık. Bu rota arası haritada yaklaşık 6 saat gibi görünse de yol boyunca (uymak zorunda kaldığımız) hız sınırı ve sık sık trafik kontrol olduğu için Akçaabat’a varmamız planladığımızdan daha uzun sürdü. Bu arada, yollar tam anlamıyla mükemmel. Çift hatta yer yer üç şeride kadar çıkan yollar gerçekten de muntazam. Sahil boyunca ilerliyor ve neredeyse her şehrin merkezinden geçiyorsunuz. Neyse, bu rotada görmeniz gereken yerler ise şöyle:
Ünye: Ünye Kalesi yanardağın kraterleri üzerine inşa edilmiş ve şehri tepeden görebileceğiniz, en güzel Yunan ve Roma mimarisinin örneklerinden biri. Ayrıca, Ünye manzarasının tadını çıkartabileceğiniz Çakırtepe vazgeçilmez uğrak noktalarından.
Fatsa: Fatsa’ dan Ordu’ya devam ederken yolunuzu birazcık uzatarak, Fatsa ilçesi Bolaman beldesinde yer alan tarihi Haznedaroğlu Konağı ve Bolaman Kalesini ziyaret edebilirsiniz.
Ordu: 7 dakikalık bir teleferik yolculuğu ile Ordu Boztepe’ye çıkarak şehrin manzarasını seyretmeli ve Türkiye’deki sakin şehirlerden (cittaslow) biri olan Ordu Perşembe’yi gezmelisiniz.
Giresun: Limandan kalkan teknelerle Karadeniz’in iki adasından biri olan Giresun adası‘na gidebilir, ada üzerinde sur kalıntıları, kuleler ve manastırları ayrıca Kybele’yi temsil eden ve 4 bin yıllık bir geçmişe sahip kutsal Hamza Taşı’nı görebilirsiniz. Zamanınız varsa, Giresun şehir merkezine 60 km uzaklıkta yer alan ve Karadeniz yayla turizminde oldukça önemli bir yeri olan Kümbet Yaylası‘na gidip, yaylada yöre halkı tarafından yapılan örme sepetlerden satın alabilirsiniz. Biz, zamanımız kısıtlı olduğundan Kümbet yaylasını bir sonraki sefere bırakıp, Doğu Karadeniz’in diğer yaylarından hevesimizi aldık.
Tirebolu: Muhteşem deniz manzarası için Tirebolu Kalesi‘ne uğrayabilir, bu küçük ve doğayla iç içe olan bu beldede limana bakan salaş lokantalarda karnınızı doyurabilirsiniz.
Vakfıkebir: Burada ünlü taş fırın ekmeklerinden almadan yolunuza devam etmeniz, yol boyunca dizilmiş pastane, fırın, dinlenme tesisi ve hatta tezgahlarda dizilmiş kocaman ekmekleri görüp de kayıtsız kalmanız mümkün değil. Bu ekmeklerin ekşi mayadan yapıldığını ve kolay kolay bayatlamadığını biliyoruz. Hatta bayatlamasın diye ekmeği dilimletmemeniz gerekiyormuş ama bu seferde kendi imkanlarınızla ekmeği bölmek oldukça zor zira bu ekmekler çok ama çok sert. Denedik ondan biliyoruz shshs..
Akçaabat: Bu uzun ve yorucu günün ardından hedefimiz meşhur Akçaabat köftesi yemek ve sonra da uyumak. Gelmeden önce nerenin köftesi daha iyidir diye bir araştırmaya hiç girmedik açıkçası. Çünkü Akçaabat’ta meşhur köfte yazan hiçbir yerde alalade bir şey yemeyeceğimizi biliyorduk. Aracımızı park ettikten sonra şehir merkezinde Ali Usta’nın yerini gözümüze kestirdik ve hemen boş bir masaya oturduk. Sipariş ettiğimiz 1 kilo köfteyi yerken, bir yandan da sohbet halinde olduğumuz garsonun yönlendirmesiyle, mekan sahibinin küçük oğlu tarafından işletilen Akçatepe Dağ Evleri‘ nde geceyi geçirmeye karar verdik. Burası şehir merkezinden 7 km uzaklıkta ve deniz seviyesinden 900 metre yükselikte 24 villadan oluşan mükemmel bir tesis. Tabii tesise çıkan yollar virajlı ve yer yer stabilize ama bir kez bu zor yolları aşıp da zirveye çıktığınızda muhteşem bir manzaraya ulaşıyorsunuz. Sabah kahvaltısı verilen restoran ise Akçaabat hatta Trabzon’un kurulu olduğu burnu bile ayaklarınız altına seriyor.
3. GÜN: Akçaabat- Trabzon- Uzungöl
Sabah kahvaltısı ardından orijinal planımızda Sera Gölü ve Çal Mağarası‘na gitmek vardı. Ama yapılacaklar listemize bir kez daha baktığımızda maalesef Derecik vadisinde oluşmuş bu heyelan set gölünü ve dünyanın en uzun ikinci mağarasını es geçmek zorunda kaldık.
Görmeyi çok ama çok istediğimiz Sümela Manastırı‘nın restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalı olduğunu öğrendikten sonra, diğer tur şirketlerinin alternatif güzergahı olan Karaca Mağarası’na da gitmek gelmedi içimizden. Sanki Sümela’ya ihanet edecekmişiz gibi geldi shshs.. Ama “Buraya kadar gelmişken, hazır zamanım da var, en azından bu mağarayı göreyim.” diyenler için güzergah şöyle: Okuma yazma oranının % 98 olduğu söylenen Maçka üzerinden, 1820 metre uzunluğundaki Zigana Geçidi’nden geçerek, Karaca Mağarası‘na ulaşıyorsunuz. Mağara aslında Gümüşhane il sınırları içinde yer alıyor ve giriş noktasından en uç noktaya 105 m uzunlukta, 18 m ortalama tavan yüksekliğine sahip. İçeride sarkıtlar, dikitler, sütunlar, traverten havuzlarını görebilirsiniz. Dönüş yolunda Gümüşhane’ye özgü elma kurusu alabilir, Kral Köme’ de mola verebilirsiniz. Ya da bizim yaptığımız gibi, sadece Hamsiköy’de ünlü sütlaçların tadına bakmak için duraklayarak, Kral Köme alışverişinizi İstanbul’a dönüş yolunda bir dinlenme tesisinden Ordu fındığı ve magnetler ile kombine edecek şekilde halledebilirsiniz.
Trabzon: Şehir merkezinde, Atatürk’ün Trabzon’u ziyaretleri esnasında kullandığı ve sonra halk tarafından satın alınıp kendilerine hediye edildiği Atatürk Köşkü ve Trabzon’a gelen Komnenos ailesi tarafından kilise olarak yaptırılan, sonrasında cami ve savaş dönemine hastane olarak kullanılan Ayasofya Müzesi görülmesi gereken öncelikle yerlerden. Zaten şehir merkezine doğru kahverengi tabelalar sayesinde bulmakta çok da güçlük çekmeyeceksiniz.
Trabzon’da daha fazla zamanı olanların gezmesi gereken diğer yerler ise; Trabzon Kalesi, Peristera Manastırı, Gülbahar Hatun Camii, Altındere Vadisi, Lapazan, Şekersu, Gölyanı, Çağrankaya Yaylası. Ayrıca Trabzon’un meşhur Telkarilerinden alabilir ve Kazaziye sanatının işlenişini görmek üzere, tur şirketlerinin de yaptırdığı gibi atölyelere uğrayabilirsiniz.
Trabzon- Rize arasında bıçakları ile ünlü Sürmene‘de durarak, bıçak alışverişinizi de yaptıktan sonra artık bu şehre tick atmış olacaksınız.
Biz Trabzon şehir merkezine kısa bir uğradıktan sonra konaklama yapmak üzere Uzungöl‘e doğru devam ettik. Bu arada Of’tan girdiğimiz anda dikkatimizi çeken Türkçe ve Arapça levhalar bölgenin Araplar tarafından istila edildiğine dair duyduğumuz söylentilerini de doğrular nitelikteydi.
Of-Çaykara yolunun 13. km.sinde, Karadeniz’in sembollerinden biri olan Hapsiyaş Köprüsü (Kiremitli Köprü)‘nü geçtik ama fotoğraf çekmek için sırada bekleyen yerli yabancı turistleri görünce, burada durmamaya karar verdik. Karadeniz’de çok sık rastlayacağınız bu köprülerden bazıları neden bu kadar popüler hale getirilmiş, inanın bilemiyoruz. Ama her yerde asma köprü, taş köprü, kiremitli köprü görmeniz mümkün. O yüzden popüler olduğu için kalabalık olan köprüler ile zaman kaybetmeyin.
4. GÜN: Uzungöl- Çaykara- Of- Haldizen- Yedigöller
Nihayet Uzungöl’e ulaştığımızda, belki beklentimizin çok yüksek olmamasından dolayı, göl çevresindeki otelleşme o kadar da hayal kırıklığına uğratmadı bizi. En azından genelde ahşap ve 2-3 katlı, orijinal mimarisine o kadar da dokunulmamış bir yapılaşma var burada. Hiç olmasa daha da güzel olurdu tabii ama bir nevi ekmek kapısı. Araplar yoğunlukta ama konuştuğumuz esnaflar “Bu daha hiçbir şey, siz bir hafta önce görecektiniz burayı.” diyorlar. Burada tüm ziyaretçilerin yaptığı gibi, göl etrafındaki kafelerde oturabilir, bisiklet kiralayarak gölün etrafını turlayabilirsiniz, biz direkt uyumayı tercih ettik 🙂
Uzungöl (Saraho), dağların yamaçlarından düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş bir göl. Haldizen Deresi pek bilinmese de bu sebeple Uzungöl’ün oluşum nedeni olarak önemli. Sultan Murat Yaylası Uzungöl’ ün biraz daha yukarıdan, ve söylentilere göre en güzel manzarasını görebileceğiniz bir noktaymış. Ama biz buraya gitmeden Krater gölü tabelalarını takip ederek, Yedigöller bölgesine çıktık. 4000 metre yükseklikte, Gümüşhane, Bayburt ve Trabzon’u ayıran Haldizen dağlarının zirvesinden Aygır ve Balık Gölü manzarasını nefesimizi tutarak seyrettik.
Uzungöl için orjinal planımızda yüksek yayla gezisi yaparak Lustra Yaylası ve Karester yaylasında Uzungöl’ü en yüksekten fotoğraflamak olmasına rağmen son anda fikir değiştirerek çıktığımız Yedigöller yolculuğu boyunca birçok yayla ve köy içinden geçtik. Gerçekten de inanılmazdı. Zirveye çıkan yolun durumu, zaman zaman kalp atışımızı hızlandıracak kadar çetin olsa da, bu sonraki günlerde çıktığımız yayla yolları yanında hiçbir şeymiş.
5. GÜN: Rize
Rize şehir merkezinde kısa bir gezinti ardından, Rize’yi kuş bakışı seyretmek için Rize Kalesi’ne ardından da çaylarımızı yudumlamak üzere Ziraat Botanik Parkı‘na çıktık. Dağmaran‘a uğramadan, Rize bezleri atölyesine gidip biraz alışveriş yaptıktan sonra kaldığımız köye geri dönerek çay tarlalarını gezdik, çay topladık, köylülerle sohbet ettik, meşhur pepeçura tatlısından yedik. Akşam güzel bir palamut ziyafeti çektikten sonra bünyemizdeki fazla oksijenin yarattığı şarhoşlukla yeniden kendimizi yatağa attık.
6. GÜN: Zilkale, Ayder, Kavrun Yaylası
Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinden başlayıp Ardeşen’den denize dökülen Fırtına deresinde rafting yapmadan, yol boyunca taş köprüleri ve şelaleleri geçip, fotoğraf molaları vererek, Çinçiva‘ya ardından da Zil Kale‘ye ulaştık.
Zil Kale: 14. yy’a tarihlenen ve ticaretin güvenliği açısından çok önemli bir konumda bulunan bu Kartal Yuvası’nı andıran kale, Fırtına Deresi’nin batı yamaçları üzerinde kurulmuş. Kalenin üzerinde inşa edildiği sarp kaya kütlesi denizden 750 m, dere yatağından yaklaşık 100 m yükseklikte.
Zil Kale’den sonra geldiğimiz yoldan geri inerek, balı, oksijeni ve kaplıcasıyla ünlü olan Ayder Yaylası‘na geçtik.
Ayder, 1300’lü yıllarda Halalılar tarafından kurulmuş, Rize’nin Çamlıhemşin ilçesine 19 km uzaklıkta bulunan bölge. Buraya geldiğimizde kalabalık ve açıkçası birbiri peşi sıra dizilmiş çarpık otelleşme nedeniyle bir miktar hayal kırıklığına uğrayarak, biraz daha ilerleyip nispeten daha sakin bir yerde durduk. “Bu yolun ilerisinde ne var?” diye sorduğumuz kişi minibüsçü çıkıp da “Atlayın, biz de yukarı çıkıyoruz.” deyince hiç duraksamadan aracımızı park ederek Yukarı Kavrun Yaylası‘na çıktık.
Orjinal planımızda Ülkü Köyü, Zizna Bölgesi, Palovit Şelalesi, Pokut Yaylası, Şal Yaylası, Avusor Yaylası, Büyük Göl, Elevit Yaylası, Mollaveyis Köyü gibi internetten adını bulduğumuz birçok yer varken nasıl oldu da buraya geldik hiç anlamadık. Açıkçası kendi başımıza bu kadar yeri görebilir miydik ya da görsek Kavrun yaylası kadar beğenir miydik onu da bilemiyoruz. Bu bölgede yapılacak en mantıklı şey kesinlikle bir tur şirketi ile anlaşmak. Aslında yol işaretleri yeteri kadar açıklayıcı ama yine de geçtiğiniz köylerin adını yakalamanız ve ya her yaylayı elinizle koymuş gibi bulmanız imkansız. Yollar tek şeritli, dar, keskin virajlı ve çoğu zaman asfaltın izi bile yok. Hem zaman kazanmak hem de aracınıza çok zarar vermemek ve rahat rahat gezmek için şöförlü araç kiralamanızı ya da günübirlik turlara dahil olmanızı öneririz. Aksi takdirde siz de bizim gibi bir anda rotadan çıkabilirsiniz. Gerçi biz çok memnun kaldık ve tadı damağımızda kaldı o ayrı shshs..
7. GÜN: Artvin Gezisi: Mençuna Şelalesi, Borçka, Karagöl
Doğu Karadeniz turumuzda sona yaklaşırken, daha da doğuya giderek, Çiftekemer köprüsü, Mançuna şelalesi, Borçka ve Karagöl‘ü görebileceğimiz bir tur yaptık. Ama bu sefer daha önce bahsettiğimiz gibi bir şirketle anlaşarak, rehber eşliğinde gezmeyi tercih ettik. Bu güzergahta görülmesi gerekenlerden Maçahel Yaylası, Maral Şelalesi, Şavşat (cittaslow), Ardanuç ve Çayeli’nde yer alan Ağaran Şelalesi‘ni yetiştiremeyeceğimizi anlayıp kaderimize razı olduk.
Mençuna Şelalesi: Artvin’in Arhavi ilçesinde bulunan bu şelaleye ulaşmak için aracınızı park ettiğiniz noktadan itibaren yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş yapmanız gerekiyor. Yolun yarısında, aslında işinizi kolaylaştıran merdivenler oldukça dik ve yer yer o kadar dar ki, başınız dönüyor. Ama bir kere zirveye çıkıp da şelaleye varınca, tüm yorgunluğunuzu unutuyorsunuz. Eğer siz de bizim gibi şanslı iseniz, şelalede sizden başka kimse olmadığı için dilediğiniz kadar fotoğraf çektirmek için zaman harcayabilirsiniz.
Karagöl: Ladin ve çam ağaçları ile dolu olan yoğun ormanlarla çevrili olan Karagöl, Türkiye’nin sayılı milli parklarından biri. Göl çevresinde konaklama tesisleri bulunduğu gibi kamp yapma imkanına da sahipsiniz. Ama bu durum tahmin edemeyeceğiniz kadar çirkin manzaralara sahne olabiliyor. Özellikle, siz de bizim gibi Karagöl’e gitmek için pazar gününü tercih ettiyseniz, sizin de bizim yaşadığımız hayal kırıklığını yaşayacağınızı garanti ediyoruz. Zira mangal dumanından ve et kokusundan dolayı bizim ilk izlenimimiz tek kelime ile “rezalet” oldu. Ama gölün çevresinde kısa bir yürüyüş ardından, gökyüzünün su üzerindeki yansımasını yakalamak için çektiğimiz yüzlerce fotoğraf burayı sonradan çok beğendiğimizi kanıtlayacaktır.
Zamanı olanlar için Artvin’de görülmesi gereken diğer yerler; Artvin’in Ardanuç ilçesinde bulunan 5. yüzyılda inşa edilmiş ve ismini Ferhat ile Şirin efsanesinden almış Ferhatlı Kalesi, Milli Park olarak kabul edilen Hatila Vadisi, Yusufeli ilçesine bağlı olan Tekkale Köyü’nde yer alan Tekkale Manastırı (Dörtkilise), İşhan Kilisesi, Atabarı Kayak Merkezi, Cehennem Deresi Kanyonu.
Borçka- Maçhael- Karagöl üçgeni detaylı blog yazımızı okumak için tıklayın.
8. GÜN: Batum
Hopa ve Sarp sınır kapısından yaya olarak Batum’a geldikten sonra sınırın diğer tarafında bekleyen taksilerden birisi ile anlaşarak Batum’u fethettik. Batum’da neler yaptık, nerelere gittik, önerilerimiz vs. için daha detaylı olarak ayrı bir yazı hazırladık. Buradan okuyabilirsiniz.
9. GÜN: İstanbul’a dönüş
Bu yorucu ve uzun yolculuğun ardından, durmak duraklamak bilmeden İstanbul’a dönmek biraz zahmetli oldu. Planımızda olmasına rağmen, zamansızlıktan uğrayamadığımız yerler ise, Hititler’in bir dönem başkentliğini de yapmış olan Hattuşaş, şehzadeler şehri olarak da bilinen Amasya’nın içinden geçen Yeşilırmak Nehri’nin çevresinde kurulmuş olan eski konakları, kral mezarları ve heyelan sonucu doğal yollarla meydana gelmiş olan Boraboy Gölü de bir sonraki sefere kaldı.
Keyifli seyahatler dileriz..
Pingback:Doğu Karadeniz'in en güzel 5 yaylasında en unutulmaz 5 deneyim önerisi.. | Gezi Kumbarası